ZANNEDERSİN ki canımızı kurtardıysak tamamdır. Geçmiş olsun!..
Yine evimize döneceğiz, işimizin başına geçeceğiz.. Çocuklar okula gidecek. Hayat normale dönecek.
12 Kasım akşamı ikinci korkunç şoku geçiren biz Düzceliler de öyle sanıyorduk.
Fakat yaşamadan asla anlayamazmışsın!
Meğer deprem yıllarca sürüyormuş.
*
Ertesi sabah sokaktaydık. Etrafımız (korkuncun da korkuncu) manzaralarla doluydu. (Bahsetmeyeceğim, anlatmakla bitmez)
Ertesi hafta hala sokaktaydık. Ama çadırlarda kalıyorduk.
Kış geliyordu.. Geceler soğuktu.. İnsanlar ayrı ayrı boş bölgelerde toplanmış, çadır kentler kurulmuştu. Her yer karanlıktı kimse etrafındakileri tanımıyordu.. Ben neredeyim? Kim bunlar?.. Herkes yabancı gibiydi. Konu komşu arkadaşlar, tanıdıklar herkes bilinmedik yerlerde başının çaresine bakmanın peşindeydi.. Şehri terk edenler de olmuştu.
Etrafı çamurlarla kaplı buz gibi çadırların içi tüp gaz kokuyordu. Kimse zehirlenebileceğini kafasına takmıyordu. Çünkü çoluk- çocuk yegane ısınma araçları bunlardı. Çadır içinde aydınlatma da bunlarla yapılıyordu. Gölgelerimiz karamsarlığımızı arttırmak ister gibiydi.
Artık yaşantımız bu olmuştu.
Yıkıntılarla dolu Düzce hayalet şehir halini almıştı. Ayakta kalan işyerleri bile kapalıydı.
Bir ay, iki ay, üç ay derken kar-kış bahar ve yaz geldi.. Yaşanan soğuklardan sonra bunaltıcı sıcak havadan kimse şikayetçi olamazdı… Tekrar sonbahar, kış. Ve prefabriklere taşınıldı. Aylarca da burada daha önce hiç aklımızın ucundan geçirmediğimiz yokluk içinde bir yaşam sürüldü.
Bir gecede her şey değişmişti..
*
Üç ayda iki büyük deprem yaşayan Düzceliler aylarca sokaklarda kaldı, çadırlarda yaşadı. Ardından kurulan prefabriklerde yine aylarca yaşama tutunmaya çalıştı.
Alışık olmadığı perişanlıkta günler ve geceler geçirdi.
40 bini aşkın insanımız iki yıl içinde tamamlanan kalıcı konutlara geçtiğinde hayat ancak normalleşme sürecine girdi.
Bu süreç 10 yıl kadar sürdü.
Bu gün aradan 21 yıl geçti. Ancak depremin ertesi gün değişen hayat bir daha eskisi gibi olmadı.