Celal Erbay

Celal Erbay
18.02.2021 - 09:49

SEVGİLİ dostlar, bu satırları size Özbekistan’dan yazıyorum. Geçtiğimiz Perşembe günü, birtakım sivil diplomasi çalışmaları yapmak; gönüldaşlık ve birlikteliklerinin kökü maziye dayanan, ruh ve mana bütünlüğü içerisindeki iki kardeş devletin günden güne gelişmekte olan münasebetlerinin daha ileri noktalara ulaşmasına, davranış ve gönüllerimizle birlikte katkılar sunmak üzere bir dostumla Özbekistan’a gitmiştim.

Seyahat ve ona dayalı çalışma programımı düzenleyen arkadaşlara gitmeden önce özenle tembih etmiştim; “Ben mutlaka ve mutlaka Özbek kardeşlerimle birlikte bir Cuma namazı kılmak istiyorum, programı ona göre yapın” diye. Nitekim 11 Şubat Perşembe günü 19.25 itibariyle İstanbul’dan havalanmış 4-5 saat sonra Taşkent’e ulaşmıştık. İki ülke arasındaki saat farkı, iki saat idi. Mesela bizde 19.00 iken onlarda saat 21.00 oluyordu. Kısacası, Perşembe günü İstanbul’dan yola çıktık ama Taşkent’e ancak Cuma günü varabildik.

 

TAŞKENT’TE CUMA NAMAZI

Cuma günlerinin hareketliliği ve Cuma namazlarının öncesinde ve sonrasında sergilenen görünüm ve heyecanın sosyal gözlemcilere sunmuş olduğu KESİTLER, o toplumun sosyolojik tahlili ve sergilemiş olduğu sosyal olay ve olgulara dayalı değerlendirilmeleri açısından çok önemli veriler sunar. Bu çok önem arz eden bir husustur.

Son on seneden bu yana hukuk sosyolojisi ile meşgul olan bir kişi olarak bu açıdan mihmandarlığımızı yapan Özbek arkadaşların Cuma vaktine daha bir saat olmasına rağmen, “geç kalıyoruz, yer bulamayız” diye bizi sık sık uyarmaları dikkatimi çekmişti. Nitekim Cuma’yı eda etmek üzere dostlarımızın belirlemiş olduğu Ak-Mescid’e geldiğimizde, değil içeri girmek, çok geniş ve düzenli olmasına rağmen bahçede bile yer bulmada zorlanmıştık.

Bu süreçte dikkatimi çeken iki hususu sizinle paylaşmak isterim, birincisi şu; Cuma namazının farzı kılındıktan sonra hiç kimse yerinden kalkıp gitmedi. Cuma namazının son sünneti ile birlikte ibadetlerine devam ettiler, hatta 8,9,10 yaşındaki çocuklar bile… Dikkatimi çeken ikinci husus ise,  Cuma namazına iştirak edenlerin yüzde doksanını gençlerin teşkil etmesiydi. Altmış’ın üstünde kimseye rastlamadım desem asla mübalağa etmiş olmam.

Çarlık döneminden bu yana 140 yıllık Rus zulüm ve baskısına ilaveten, Onların mezalimini hiç aratmayacak olan ve daha düne kadar devam eden Kerimov’un akıl almaz işkence taktikleri karşısında yılmadan direnç gösteren, ancak Yeni Cumhurbaşkanının halkın oylarıyla iş başına gelmesiyle gerçek hürriyetine kavuşan, ruh ve manasıyla bütünleşen, özüne dönen Özbek kardeşlerimizin sergilemiş oldukları bu manzara beni çok etkilemişti. Özel olarak olduğum yerde dineldim ve cemaatin dağılışını seyrettim... Dakikalarca sürdü. Hiçbir zaman cumaya iştirak edenlerin sayısı 20 bin’in altında değildi… Yollar dolup taşmıştı adeta… Bütün kalabalıklığına rağmen halkın sakinliği dikkat çekiyordu. Hiçbir itiş-kalkış olmadığı gibi herkes sakin ve birbirine yardımcı olmanın peşindeydi.

 

DİKKATİMİ ÇEKEN DİĞER BİR HUSUS!

Burada Cuma günü, sanki bir bayram günü neş’esi içerisinde algılanıp yaşanıyor. Birlikte eda ettikleri namaz sonrası, Camiden çıkan halk, yanlarındaki çocukları, dost ve akrabalarıyla birlikte meşhur Özbek pilavı ile ününü pekiştiren mekanlarda yerlerini alıp Cuma ile birlikte hissetmiş oldukları huzur ve mutluluğu birbirleriyle paylaşmaya devam ediyorlardı.

Evet, başta İmam Maturidi’lerin, İmam Buhari’lerin, İmam Bahauddîn’lerin, Nesefî’lerin, Zemahşerî’lerin, Birunî’lerin, Ali Kuşçu’ların, ağzımızda anamızın ak sütü gibi helal ve temiz Türkçemizi yabancı tasallüdünden kurtarıp kollayan, sağ-salim bir şekilde yaşamasının ilkelerini koyan Ali Şir Nevaî’lerin torunlarının, burada saydığımız veya sayamadığımız ağzı dualı büyüklerinden aldıkları dualar sayesinde bugünlere eriştiklerini müşahede etmek basiret sahibi, gören gözler için hiç de zor olmuyordu. Gösterene hamd olsun…

İlk günümüz Cuma’nın neş’esiyle geçti. Cumartesi, Pazar asıl seciye ve karakterimizin, ruh ve manamızın maya tutup temellenmesinde öncü şahsiyetlerin sukün içinde “velba’su ba’delmevt”i bekledikleri Semerkand ve Buhara ‘ya gidip; hem oralarda toprağın altındakilerle, hem de onların toprağın üstündeki izleriyle bir daha tanış olduk, hasret giderdik. Müteakiben Pazartesi, Salı günü ise Taşkent’te gerçekleştirdiğimiz resmî görüşmelerle kardeşlerimizle olan ve kökü maziye dayanan sevgi ve birlikteliğimizin pekişmesine gayret sarf ettik.

Sevgili dostlar gelin, isterseniz 140 yıllık eziyet ve cefadan sonra kardeşlerimizin Taşkent’de Cuma’yı bayrama dönüştürdüklerine şahit olduktan sonra, algıladığımız bu hazzı doya doya özümseyelim ve haftaya da Semerkand ve Buhara’da birlikte takip edeceğimiz izlerle huzur bulmaya devam edelim…

Kalın sağlıcakla sevgili dostlar.