Son Dakika
- 17:58 Motorine indirim
- 17:55 Türkiye tarihinin en büyük rüşvet operasyonu!
- 17:51 Erhan Alemdar; 'Gencim, aktifim, heyecanlıyım ve hırslıyım'
- 17:50 Gümüşova’da tarlalar icradan satılacak
- 17:48 Giyim malzemesi satın alınacak
- 17:46 Akçakoca’da 4.043 m² tarla mahkeme kararı ile satılacak
- 17:41 Yerine yenisi yapılıyor
- 17:37 137 Bin tonu aşkın fındık işlem gördü
- 17:27 Sürücülere cezai işlem uygulandı
- 17:22 Hatayspor-Düzcespor maçı canlı
Mehmet Şimşek

YARIN ölümünün 54. yıldönümü (9 Mart 1967) olan Ahmed Vâlâ Nureddin daha ziyade Vâ-Nû olarak anıldı
Gazeteci ve yazar…
Nazım Hikmet’in dostlarından; hatta en yakını...
Vâ-Nû, “Bu Dünyadan Nazım Geçti” adlı kitabında Kurtuluş Savaşı yıllarına katılmak üzere Nazım Hikmet’le İstanbul’dan kaçak olarak bindikleri vapurla İnebolu’ya varışlarını, oradan Anadolu’nun içlerine süzülerek Kastamonu, Ankara ve sonrasında Bolu’ya öğretmen olarak tayin oluşlarını anlatır.
Kitapta bu iki can dostunun Bolu’dan sonra Kafkasya ve oradan da Rusya’ya uzanan serüvenleri de yer alır. Vâ-Nû kendi vefatından 2 yıl önce, Nazım’ın ölümünden 2 yıl sonra kaleme aldığı kitabının ilk baskısında (1965) eserini eşi Nüzhet Hanım’a yaptığı ithafta şunları yazar:
Nâzım Hikmet'in çocukluk ve gençlik arkadaşıyım. Anadolu'daki, Kafkasya'daki, Rusya'daki maceralı seyahatlerinde estetiği ve siyasi fikirleri gelişirken yanında tek görgü şahidi bendim. O bakımdan hâtıralarımı naklederek birinci elden vesikalar bırakmak, mukadderatın bana yüklediği borçtur...
İNEBOLU’DAN BOLU’YA…
İstanbul’dan yola koyulup da geldikleri Ankara’da cepheye gönderilmeyen bu iki idealist gence öğretmenlik yapmaları teklif edilir. Elazığ veya Bolu’dan birini tercih etmeleri istenir. Tereddütsüz Bolu’da karar kılırlar.
Ankara’dan yürüyerek geldikleri Bolu’daki öğretmenlik günlerini Nazım Hikmet şöyle özetler:
“İlk kez gördüğüm Bolu kasabası, yeşillikler içinde ama bakımsız ve adeta çaresiz bir yerdi. Gönderildiğimiz Sultani’de şair kişiliğimizle hemen ön plana çıkmıştık. Mektebin müdürü, Vâlâ’yla birlikte kalmakta olduğumuz ilkel han odasını gördükten sonra bizzat ilgilenerek bizim için bir ev tutturmuş, hatta bir şeylerle iyi kötü dayatıp döşetmişti. Evet, Vâlâ’nın idadi (lise) öğretmenliği için yetersiz gördüğü Fransızcası, burada hayranlık uyandırıyor, benim Türkçe öğretmenliğim de pek beğeniliyordu ama, bunlar, müdür bey için yeterli değildi! Mesela ben favorilerimi kesmeli, en azından bıyık bırakmalı idim. Mektepteki hocalar da ikiye ayrılmıştı. İçlerinde ileri görüşlü Kemalci’ler de vardı.” İki arkadaşın Bolu’da ilk günleri adeta birbirinin fotokopisi gibidir. Sabahleyin okula, öğle yemeklerinde aşçı Hafız’ın dükkânına, akşamları Beyler kahvesine…”
Bolu’da dönemin atmosferi iki arkadaş üzerinde oldukça olumsuz bir tesir bırakmıştır. Ta ki,
Türkçe öğretmeni Nâzım ile Fransızca öğretmeni Vâlâ Nurettin ve Ağır Ceza Reisi Ziya Hilmi arasındaki dostluk, giderek yol arkadaşlığına dönüşmesine kadar. Faruk Güçlü’nün ‘Nazım Hikmet’in Bolu’daki Günleri’ başlıklı yazısındaki ifadesiyle söylersek, “Belki de bu dostluk Nazım’ın Bolu’da karşılaştığı dışlama ve dar çemberi biraz olsun kırmaya yaramıştır” (19 Şubat 2016, medya14.net)
GERİSİ ALLAH ‘KERİM’
Tekrar konumuza dönelim…
Vâ-Nu ve Nazım’ın Bolu’da öğretmenlik yaptığı günlerde Ankara’da öğretmenler kongresi yapılacaktır.
Kongreye katılacak olan öğretmenler birikmiş maaşlarını ve dönemin şartlarına göre dolgunca bir tahsisat alacağından Vâ-Nû bu fırsatı kaçırmak istemez. Yol her ne kadar tekin olmasa da at sırtında Ankara’ya gitmekte kararlıdır. Kendisine yol arkadaşlığı yapacak olan kişi ise güzergâhın tehlikelerine karşı tutunabilecek en güvenli isimlerden biridir: Bolu Polis Müdürü Kerim Bey…
Vâ-Nû kitabında bu hadiseyi şöyle anlatır:
(…) Yol arkadaşım Bolu’nun polis müdürü Kerim beydi. O da Ankara’ya gidiyormuş, atına binip... Yanında iki atlı daha vardı ama onlar Mudurnu’da kalacaklarmış. Muamelem tamamlanırken Kerim beye rastlamıştım. Şişman, iri yarı, babacan bir Rumelili olan, silâhşörlüğü ile ünlü bu Kerim bey, yol arkadaşlığı edelim deyince memnun olmuştum. Zira yollar, önce de söylediğim gibi felâket. Sakarya savaşı sırası. Talih önceleri bizim pek aleyhimize olduğundan askerler takım takım, hattâ bazen de başlarında amirleriyle kaçıyorlar diye söylentiler dolaşıyordu. Yol kesiyorlar, adam soyuyorlar, öldürüyorlar. Onun için Kerim bey gibi birinin yanında gitmekte yarar var. Ne de olsa zabıta adamıdır, yol iz bilir. Cüssesinin heybetiyle de tehlike savuşturur. Üstelik de hoşsohbetti. Birtakım hatıralar anlatırdı (…)
“MEHMET AĞA, SEN HA?”
Kitabın 142. sayfasında tasvir edilen bir karşılaşma bu yazının asıl omurgasını teşkil ediyor.
Emin Bey ile Vâ-Nû’nun Mudurnu çıkışı karşılaştıkları şahsiyet Düzceli meşhur Çilimlili Mehmet Ağa’dan başkası değildir.
Yazar bu ilginç olayı şöyle aktarıyor:
(…) İhtiyatlı davranmış olmak için Mudurnu’dan gece yola çıkmamız gerekiyordu. Böyle tavsiye ediyorlardı, fakat kulak asmadık. Bolu Polis Müdürü Kerim bey, tabur imamı, tabur imamının emireri hepsi iri atlarında ve ben tığ gibi genç ince bacaklı tayımda, kara yelpaze kalpağım, çapulalarımla terkiye bağladığım sarı paltomla yola düzüldük. Kışın ayranı, yazın yorganı unutmamalıymış gezilerde... Bu Türk atasözünü hep yazarım... Ben yorgan alamamıştım ama, aynı işi görebilecek paltoyu unutmamıştım. Gerçekten sonra, geceleyin kırda uyumak için işime çok yaradı. Mudurnu’dan biraz açılınca, iki atlı jandarmanın ortasında yaya olarak, lâcivert elbiseli, kravatlı, fesli, rugan iskarpini! yavuz bir adamın kelepçeli olarak sevk edildiğini gördük. Kerim bey, elini kaşlarının üstüne koyarak uzaktan şöyle bir baktı:
-Mehmet ağa, sen ha? diye bağırdı.
-Gör halimi Kerim Bey.
KERİM BEY’İN KEREMİ…
Atlarımızı bu gruba yaklaştırdık. Mehmet ağanın lâcivert elbisesi ve rugan iskarpinleri toza batmıştı. Fakat kelepçesine rağmen yağız çehresi vakurdu. Güzel bir başı ve güzel bir vücudu vardı. Kendisine (ağa) değil, çizgisiz (g) ile aga denilen bu yirmi beşlik genç, Düzce’nin belki de en zenginiymiş. Büyük toprakları varmış. Kendi anlattığına göre, rakip grubun tezvirine (yalan söylemek, ara bozmak, dedikodu yapmak M.Ş) uğramış. Düşmana yardım mı ediyor demişler, Çerkezleri kışkırtıyor mu demişler, galiba. Çerkezlikle bir ilgisi varmış. İşte böyle bilmem ne mahkemesine sevk ediyorlarmış. Çiftliğinde palas pandıras yakalamışlar. Yanına para bile alamamış. Hiç bir dostu da imdatçı gelememiş. Kerim bey, bu Mehmet agam bütün dediklerine gözü kapalı inanıyordu. Bolu Polis Müdürü olduğunu jandarmalara ispat etti. Zaten tanıtlamaya da gerek yok. Sesi ve tavrı öyleydi ki, geçtiğimiz köylerde tabur tabur asker devşirebilirdi. Şayet yeniçeri devrinde olsaydık bu adamı sadrazam bile yaparlardı. Kerim beyi tanıyınca Osmanlı Devletinin ne tip insanlarla idare edildiğini hemen anlamak mümkündü. Dedeleri mutlaka Rumeli’ye serhat beyi olarak gönderilmiş, nihayet kaderin geri bir dalgası onu öz vatanına atmış. Büyüklüğüne küçüklüğüne bakmadan bir kasabada komutayı eline almış. Bolu Polis Müdürlüğüne katlanmış. Jandarmalara emir verdi. Evvelâ kelepçe çıktı. Sonra bizim azıklarla Mehmet aga doyuruldu. Bir izzet, bir ikram. Jandarmaların en güzel atı da Mehmet ağaya devredildi. O jandarma piyade olarak geri döndü. Kumandanları dostuymuş; Kerim bey ona durumu anlatan bir mektup gönderdi. Adlî takibat yine de devam edecekmiş. Kaçmayacağına dair Mehmet aga Kerim beye söz veriyor. Kerim bey de kumandana karşı kefil oluyor. Ailesine para buldurup falanca adrese gönderilsin diye jandarmayla haber iletiliyor. Mehmet ağa, şehirli kılık kıyafetiyle ve örneğin üniversite mezunu dedirtecek yüz ifadesiyle, düzgün konuşmasına rağmen ümmiymiş. Elifi görse mertek sanırmış. Lâkin gene bütün konulara —resmî cahilliğini belli etmeksizin— katılıyor, kimseden de aşağı kalmıyordu. Özellikle Tabur imamından... Daha Batıdan geldiği için cepheye dair ilâve kötü haberleri bu Mehmet ağadan öğrendik:
-Ordunun vaziyeti çok fena, diyordu.
Zaten bunu birinin bize haber vermesine gerek de yoktu. Çünkü savaş az ötemizde, sesini gittikçe yaklaştırarak sürüp gidiyordu. Rastladığımız köylüler, düşmanın, bugün yarın bu çevreye varacağını söylüyordu. Bu koşullar altında, Mudurnu’dan çıktığımız akşam Nallıhan’a vardık.
NOT: Vâlâ Nureddin ile Düzce ilişkisi bu yazımızla da sınırlı değil. Haftaya Vâ-Nû’nun kaleminden Düzce’de geçmiş bir öyküye göz attığınızda, tüyleriniz diken diken olacak ve okuduklarınıza inanamayacaksınız… (M.Ş)
ÇİLİMLİLİ MEHMET AĞA KİMDİR?
Çilimlili Mehmet Ağa; Rize İkizdere Köhçer’den (Köhser) kardeşi Hacı Kara Mustafa ile Düzce’ye gurbete gelen Hacı (Mehmet) Ali Şanda’nın oğludur. Tarihi bir şahsiyet olan Berzeg Sefer Bey’in kız kardeşi Nuriye Hanım ile evlenmiştir. Mehmet Ağa’nın kız kardeşlerinden Ümmügül, Mehmet Kasapoğlu ile Dilber, Ketse Hacı Kâmil Bey’in oğlu Zekeriya Uğraş ile Safiye, Ferhat Bayramoğlu ile Sabriye, Mansur Bayramoğlu ile Kafiye, Hacı Rafet ile Ayşe, Gafur Sümer ile evlenmiştir. Mehmet Ağa’nın kızları Jale, Düzce Belediye başkanlarından merhum Süleyman Kuyumcu ile Perihan, Madenci Mehmet Arif Bey’in oğlu Orhan Madenci (1956-57 ve 1959-60 döneminde Akçakoca Belediye Başkanı) ile evlenmiştir. Mehmet Ağa’nın oğulları Süreyya Şanda, Ahmet Şanda ve Maksud Şanda’dır. Çilimlili Mehmet Ağa ayaklanma döneminde Berzeg Sefer Bey’in kız kardeşi Nuriye Hanımla nişanlıdır, evlilikleri Sefer Bey’in vefatından sonra gerçekleşmiştir. Mehmet Ağa 10 Mart 1959 yılında vefat etmiştir. Ayaklanma döneminde 25 yaşlarında bir gençtir. Kuvay-ı Milliye adına Adapazarı ve Düzce yöresindeki Laz (Karadeniz) çetelerinin kurulması faaliyetlerine katılmıştır. Müstakbel eniştesinin liderliğini yaptığı hareketin sulh içinde nihayete ermesi için çok çaba sarf etmiştir.
(Kaynak: Nejat Özsoy'un Düzce Tarihi ile ilgili hazırladığı kitap çalışmasından…)