- 26.01.2023 10:23
- (21)
Sevgili dostlar; kendilerini özgürlüklerin hamisi ve koruyucusu olarak ilan eden, ama gerçekte MUTLAK HAKİKAT’ın amansız düşmanı olan bir ülkede; karakter, şahsiyet, ruh ve mana bütünlüğümüzün şifre ve beyanlarını taşıyan, en son HAK KELAMI kutsal kitabımıza karşı işlenen fiilî cürüm karşısında hüznümü sizinle paylaşıp olayın vahametini ortaya koyma zorunluluğum her şeyin önüne geçmiştir…
Geçtiğimiz Cumartesi günü, 21 Ocak’ta, Danimarka ve İsveç çifte vatandaşı olan Rasmus Paludan adındaki bir İslam ve Kur’an düşmanı, İsveç polisinin gözetimi altında, Kur’an-ı Kerimi yakmak suretiyle, daha önce Danimarka ve İsveç’te sergilemiş olduğu provokasyonlara bir yenisini daha eklemişti.
Mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’e karşı sergilenen bu aşağılık saldırıyı en güçlü bir şekilde lanetliyoruz. Hele, bütün Müslümanları hedef gösteren, mukaddes değerlerimize hakaretin ötesinde, karakter ve şahsiyetimizin temel dayanağı olan “Değerler Demetimizi” tahkir ve tezyif eden bu tür provokatif eylemlere “özgürlük” ve “demokrasi” adı altında izin verilmesini hiçbir şekilde kabul etmeyeceğimizi ve bu izni verenleri de asla affetmeyeceğimizi herkesin bilmesini isteriz. Çünkü bu ve benzeri davranışlar bir nefret suçudur, hatta dünyanın huzurunu bozacak, insanlığın ağzının tadını kaçıracak ölçüde bir insanlık suçudur.
Bu aşağılık eylem, aynı zamanda İslam düşmanlığının, Batı’daki ırkçı faaliyetlerin, “böl-parçala-yut” taktiklerinin “demokrasi ve özgürlük” perdelemeleri altında Avrupa’da hangi noktalara vardığının da göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
PEKİ ÖZGÜRLÜKLERİN BİR SINIRI YOK MU?
Doğrudur! Herkesin bilmesi gereken bir gerçek vardır ortada; insan hak ve özgürlüklerinin, herkesin anlayacağı ölçüde ve çok basit bir şekilde belirlenmiş olan bir sınırı vardır… O da, sizin bir birey olarak sahip olduğunuz hak ve özgürlüklerin sınırı, diğer bireylerin hak ve özgürlüklerinin başladığı yere kadardır.
Dolayısıyla hiçbir şahsın, ister müslüman olsun, isterse bir başka dine mensup bulunsun, hiçbir inanç sahibinin kutsal değerlerini aşağılamaya hakkı yoktur. Böyle bir şey yaptığı takdirde onun bu eylemi bir insanlık suçudur. Üstelik bu insanlık suçunu işlemiş olan şahsın, kalkıp bu eylemini, sahip olduğu temel hak ve özgürlüklerin uzantısı olarak vasıfllandırması ise daha büyük bir cinayettir. Bunun yanında, bu suçun işlenmiş olduğu ülkenin resmî iradesinin kalkıp, bu eylemi “bir nevi özgürlük tezahürü” olarak adlandırması ise hepsinden daha büyük bir cinayettir.
Üstelik fail, bu cürmünü Türkiye Büyükelçiliğinin önünde gerçekleştirmekle, içinde sakladığı niyet doğrultusunda, ulaşmak istediği hedeflere yönelik, sözle değilse de fiilen beyanda bulunmuştur. Biz, “leb” demeden “leblebi” yi anlarız. Dolayısıyla eylemcinin ne demek istediğini gayet iyi anladık. Nitekim bu eylem Türkiye açısından, hem dinî hem de millî bir mesele haline dönüşmüştür. Artık Türkiye bu belirleme doğrultusunda hareket edecektir. Biz, bu zihniyetin “demokrasi adı altında” Türkiye’nin bekasına ve bütünlüğüne kasdeden eli kanlı terör örgütlerine kucak açmış olmalarını meşrulaştırmaya çalıştıklarının da farkındayız.
ÖYLEYSE ÖZGÜRLÜK NEDİR?
Yirminci asırdan sonra Batı kaynaklı Doğal Hukuk’un “Değerler Teorisi” adı altında almış olduğu yeni görünüm doğrultusunda özgürlük, insanlığı mutluluk ve erdeme taşıyacak olan evrensel değerlerin gerçekleştirilme aracı olarak tanımlanmıştır. Bu da ancak bireyin ferdî sorumluluk kapsamında bilhassa bizim medeniyetimizin, taa 7. asırdan bu yana talimat ve belirlemeleri doğrultusunda ferdin, kendisi için istediğini karşı taraf için de istemesi, kendine reva görmediğini karşı tarafa da reva görmemesiyle mümkün olabilecektir…
Ama Batı, her ne kadar başlangıçta “değerlerin güncellenmesinden düşünür ve aydınlar sorumludur” demişlerse de, zaman içinde, çıkar baskılarının ve emperyalist emellerin galip gelmesi sonucu, değerlerin içeriği, çıkarlar doğrultusunda kötüleşmiş ve emperyalist hedefler uğruna değersizler değerli olarak gösterilmeye başlanmıştı.
Halbuki gerçek düşünür ve aydın, değerleri yok etmeye yönelik, her türlü saldırgan, yanlış yargıları toplumun, hatta dünya kamuoyunun gözlerinin önüne sermek mecburiyetindedir. Bu sorumluluk “Ben aydınım, ben düşünürüm” diyen, hatta akl-ı selim sahibi her bir şahsa terettüp eden bir insanlık görevi ve evrensel ahlakın emri olmasına rağmen, Stockholm’de işlenen bu alçal eyleme yönelik hiçbir Batılı aydın ve düşünürden en ufak bir tepki gelmiştir.
Eylem anındaki bir-iki fiili karşı müdahale, failin ne kadar korkak ve ürkek olduğunu göstermeye yetmişti. Türkiyei‘nin bu saldırıyı hem dinî hem de millî bir mesele olarak kabul etmesinin sonucu, İslam alemine örnek olacak şekilde bütün dünyada, Büyükelçilikler nezdindeki programlarıyla, yurt içinde de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın organizesiyle ortaya konulan seviyeli tepki, bütün takdirlerin üzerindeydi. Bu arada Batmanlı kardeşlerimizin ortaya koymuş olduğu sahipkarlığı takdirle yad ediyor, iştirak eden her bir kardeşime selam ve saygılarımı sunuyorum.
Rabbim, Birliğimizi, Beraberliğimizi muhkem kılsın, devletimizin bekasını hep himayesinde tutsun.
Kalın sağlıcakla sevgili dostlar.
Yorum Yap