Prof. Dr. Celal ERBAY
Prof. Dr. Celal ERBAY Yeni Yüzyıl Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı

SOSYAL YAPIMIZDAKİ VARLIĞI, DİPDİRİ HALİYLE MÜŞAHEDE EDİLEN RAMAZAN GERÇEĞİ!

  • 20.04.2023 10:00
  • (5)

Sevgili dostlar; seçim öncesi siyasetin yoğunluğundan fırsat bulup vaktin gündemine; daha açık ifadesiyle Ramazanla birlikte karşı karşıya kaldığımız ORUÇ ve ZEKAT olgusunun sosyal hayatımızdaki etkinliğine değinemedik. Bir bakıma sosyal yapımızdaki varlığını hala dipdiri bir şekilde müşahede ettiğimiz Ramazan’ın sosyo hukukî ve kültürel yansımalarını sizinle paylaşma imkanı bulamadım.

Nasılki, beşer olarak bizlerin, birbirimiz üzerinde hakkımız varsa ve bu sebeple bizim birbirimizin hatırını gözetmemiz gerekiyorsa aynı şekilde, kendine özgü hassasiyeti olan zaman dilimlerinin de bizim üzerimizde hakları vardır. Dolayısıyla, Ramazan ayının en yoğunlaşmış eğitim müfredatına sahip olan oruç ve zekat mekteplerine değinmeden Bayram’ı idrak etmeye cesaret etseydim, bunun mahcubiyetini hisseder, Bayram sabahı’nın o pür-neşe berraklığı içerisinde yüzümün kızarıklığı herkesin dikkatini çekerdi.

ÖNCELİKLE ORUÇ MEKTEBİ!

              

Oruç bizi, aksi mümkün olmayacak şekilde belli bir zaman dilim içerisinde; yeme-içmeden alıkoymak suretiyle, aşırı beslenmenin yükü altında yorulan organizmamızı dinlendirip, bir bakıma onun yıllık bakımını gerçekleştirmiş olur. Bununla birlikte Oruç; “ana-baba ve 18 yaşını doldurmamış çocuklar”dan müteşekkil, günümüz dar manadaki aile pratiğini,  bir ay boyunca Büyük Babalar, dedeler, neneler, amca, hala, dayı ve teyzeler tarafından kurulan İFTAR SOFRALARI’nın etrafında bir araya getirerek, birbirinden uzakta kalan oğul-kız, torun, yeğen ve kuzenlerden müteşekkil aile fertlerini kaynaştırarak, onlara Büyük bir Aile olmanın gururunu yaşatan, onların birbirleriyle bütünleşip sevgi yumağına dönmesini gerçekleştiren bir fiilî olgudur.

ORUÇ, SOSYAL DEVLET ANLAYIŞININ PRATİĞE YANSIMASIDIR!

Sosyal devlet anlayışının temeli “Lokmayı Bölüşme” pratiğinde yatar. Batı’da Sosyal Devlet anlayışı doğrultusunda sosyal hakların belirlenmesi çalışmaları, sanayi devrimiyle fabrikalaşmanın devreye girmesi neticesinde, insan gücünün devredışı kalıp, işsizliğin had safaya çıktığı dönemlerde başlamıştı.

Bizim kültür ve medeniyetimizde ise, SOSYAL DEVLET PRATİĞİ 20. Asrın başında değil, ms. 624’de Hicret’in 2. Yılından bu yana, her yıl Ramazan ayı boyunca yerine getirdiğimiz 2. Aslî görevimiz olan  oruç farızası doğrultusunda kurmuş olduğumuz iftar sofralarında bilfiil lokmamızı bölüşüp, fakr-u zaruret içindeki yoksulun haliyle HEMHAL olmak suretiyle, sosyal devlet anlayışını bizzat yaşayarak özümsemiş oluruz. İşte bu pratiği bize yaşatan, bizi fakirin haliyle hemhal kılan oruç ibadetidir, Oruç!

 

ORUÇ, AYNI ZAMANDA BİR ASKERî EĞİTİMDİR!

        Şöyleki; Mehmed, askerlik çağına girmeden önce 14-15 yaşlarından itibaren oruç tutmaya başlar, 20 yaşında da kıtasına teslim olur. Asker ocağı, olağanüstü şartların hakim olduğu bir ortamdır. Dolayısıyla  onun açlığa, susuzluğa dayanıklı olması şarttır. Fakat bu, Mehmed için zor olmayacaktır. Zira o, 14 yaşından bu yana oruç tutmakta ve asker ocağına gelmeden yaklaşık 5-6 yıl öncesinden her sene, yılda bir ay olmak üzere oruç tutmak suretiyle açlığa, susuzluğa, sahura kalkarak da uykusuzluğa karşı bağışıklık  kazanmıştır.

Kısaca o, her şeye hazırdır. Yıldırımlar gelse bile o, yıldırımları göğsünde söndürecek güç ve imana sahiptir.

ZEKAT EMRİNİN SOSYO HUKUKî YANSIMALARI!

Sevgili dostlar; bu güne kadar, Ekonomik sistem ve Rejimlerin birbirinden farklılık arzedip değişik isimlerde anılmasının en belirgin temel sebebi, mülkiyet hakkına yönelik ortaya koymuş oldukları kabulleniş ve ilkelerdeki farklılıklardır.

Nitekim temeli “Aydınlanma Çağı” na dayanan özel mülkiyet anlayışının abartılı bir şekilde tecelli ettiği Kapitalist Liberal Mülkiyet kabullenişi; yalnız sahibine yarar sağlayan, sahibi dışında hiç kimsenin ondan menfaat sağlayamadığı, kullanamadığı bir haktır. O kadar ki; bu klasik kabullenişte, mal sahibi MALİK’e hiçbir zaman VERGİ dahil, kamuya yönelik bir görev yüklenemezdi.

Günümüzdeki kapitalist anlayışının, yüzyılımızda karter, tröst ve çok uluslu şirketlere bürünerek tesis etmiş olduğu emperyalist tahakkümün temeli taa o zamanlar atılmıştı.

SANKİ, KARL MARX’A DAVETİYE ÇIKARMIŞLARDI!

Sanayi Devrimi ile birlikte Batı’da Mutlak Mülkiyet, anlayışının bu abartılı uygulamaları, 19. asrın yarısından itibaren Karl Marx’a davetiye çıkarmış ve işçi sınıfının oluşumunu hızlandırmış ve sonuçta “Kollektif Mülkiyet”i kutsal ilan etmiş, üretim araçlarını da devletleştirmişti.

ŞU AN GELİNEN NOKTA!

Mülkiyet kavramına yönelik özetlemeye çalıştığımız bu iki farklı kabulleniş ve uygulamanın ikisi de, insan fıtratına tersdir. Bu durumun farkına varan “Mutlak Mülkiyet Anlayışı” nın  taraftarları 20. Asrın başlarında bu görüşlerinden ödün vererek mülkiyet hakkının MUTLAK OLMAYACAĞI’nı mal sahibi MALİK’in kamuya yönelik belli bir takım görev ve sorumlulukların altına girebileceğini kabul etmişlerdi.

                 Böylece Mutlak Mülkiyet Anlayışı “Sosyal Fonksiyon İçerikli Mülkiyet Anlayışı”na dönüşmüş oluyordu. Artık Malik, mülkiyeti altındaki malı üzerinde tasarrufta bulunurken KAMU YARARI’nı göz önünde bulunduracak ve bundan böyle mal sahibi olması itibariyle kamuya yönelik birtakım görev ve sorumluluklara muhatab olabilecekti.

Yalnız hiç unutmayalım ki; Batı bu noktaya ancak yirminci asrın ilk çeyreğinde gelebilmişti. Nitekim bu yeni mülkiyet anlayışını “Malik+ Kamu Yararı+ Mal= Nesne” şeklinde formulize eden Fransız hukukçu Duguit’in ölüm tarihi 1928 idi.

 

PEKİ BİZİM MÜLKİYET ANLAYIŞIMIZ NE İDİ?

Bizde Mülk, temelde Allah’ındır. Ana kural bu olmakla beraber, Alllah’ın şahsa yüklemiş olduğu görev ve sorumluluğu, hakkıyla yerine getirebilmesi için ferde özel mülkiyet hakkı tanımıştır. Bu doğrultuda  şahıs, mutlak irade’nin belirlemiş olduğu NASİB ve kendisinin ortaya koyduğu GAYRET ve KESB  doğrultusunda elde edip kazandıklarına “özel mülkiyet” statüsünde sahip olacaktır.

Yalnız burada mülkün gerçek sahibi, başka bir ilkeyi daha ortaya koymuştur. O’da; mal sahibinin, Allah’ın takdir ettiği NASİB doğrultusunda kendisinin KESB ve GAYRET’i ile kazandığı MAL, onun elinde Yaradan’ın EMANET’i hükmündedir. Malik elindeki bu kazancını harcarken, “olmazsa olmaz” niteliğinde iki hususa dikkat edecektir. Bunlardan ilki; harcamalarını HELAL-HARAM çizgisinde, Allah’ın rızasına uygun olarak yapacak, diğeri de; harcamalarında KAMU YARARI İLKESİNİ mutlaka göz önünde bulunduracaktır. Aksi takdirde Rabbinin emanetine ihanet etmiş olur ve bu ihanetin hesabı da kendisinden sorulur.

Şimdi anladınız mı sevgili dostlar; bizim temel kabulleniş, kültür, inanç ve iman demetimizle Batı arasındaki farkı…Kamu Yararı’nı göz önünde bulundurma zorunluluğu bizde, 624’de Zekat’ın farz kılınmasıyla kemale ererken, Batı’da ise ancak “Sosyal Fonksiyon İçerikli Mülkiyet Anlayışı” adı altında 20. Asrın ilk çeyreğinde, o da yarım yamalak bir şekilde dillendirilmişti.

Ayrıca biz de; ticarî faaliyetlerin seyrinde AHLAKîLİK İLKESİ, HELAL-HARAM kriterleri deklare edilirken vurgunculuk, emek dışı spekülatif faaliyetler, Allah’ın lanetlediği olumsuz davranışlar olarak sayılmıştır. Bütün bunların yanında çalışıp kazanan kişi ihtiyacından fazlasını bizzat Allah’ın talimatıyla toplumsal paylaşıma yönlendirmek suretiyle KAMU YARARI ilkesini hep canlı tutacaktır.

Bunun en bariz örneği; Bayram namazına kadar, can suyu mahiyetinde hak sahibi olan madur, mazlum ve yoksula ulaştırılması zorunlu olan SADAKA-İ FITIR uygulaması ile ZEKAT vecibesidir. Zekat; ihtiyacımızdan fazlasını hesap edip, onun kırk’da birini ihtiyacı olana, yolda kalmışa, borcu olana verip, onların sıkıntılarını giderip, onların da düzlüğe çıkmalarına yardımcı olmamız demektir.

İşte o zaman biz, alın terimizin semeresi olan lokmamızı ihtiyaç sahibi komşumuz dost ve kardeşimizle bölüşmek suretiyle birlik ve beraberliğimizi pekiştirir, birbirimizin gönül kardeşi oluruz.

Deprem bölgesi başta olmak üzere, hangi sebeple olursa olsun, darda kalan kardeşinin sıkıntısını gideren, lokmasını onunla bölüşen her bir kardeşimi tebrik ediyorum. Rabbim onların kazançlarına ve ömürlerine bereket versin. Haneleri huzurla dolsun. Kurdukları her sofra, iftar sofrası bereketinde kavuştukları her sabah bayram sabahı şenliğinde olsun.

BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN

Kalın sağlıcakla sevgili dostlar

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Düzce Postası Gazetecilik Matbaacılık Ticaret Ltd. Şti. (www.duzcepostasi.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (5)

  • Habil Kahraman
    Habil Kahraman
    24.04.2023 07:56

    Maşallah hocam çok güzel bir duygu Müslümanların böyle çoğalması ve Oruç eğitiminden geçmesi. Allah sayılarımızı arttırsın. Daha nice böyle güzel bayramlara huzurlu, sakin ama felaketlerden, afetlerden uzak bir şekilde kavuştursun.

  • Hatay'lı Nazmi Çiçek
    Hatay'lı Nazmi Çiçek
    24.04.2023 07:53

    Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi biz depremzedelere yardıma koşan Müslüman kardeşlerimizin, dünyamızın dört bir yanındaki Müslüman kardeşlerimizin üzerine olsun. Depremzedeleri de hep yad ediyorsunuz, çok teşekkür ediyorum size hocam. Ramazan bayramınız mübarek olsun sizin de. Kalın sağlıcakla.

  • Nadir Ferhatoğlu
    Nadir Ferhatoğlu
    24.04.2023 07:49

    Bizim mülkiyet anlayışımız tamamen infaka dayalı, Batı emperyalist ve kapitalist düzenin mülkiyet anlayışı tamamen zenginleşmeye, bireyselleşmeye ve nesneye dayalıdır. Farkı çok iyi ortaya koymuşsunuz.

  • Müslüm Altunbaş
    Müslüm Altunbaş
    24.04.2023 07:43

    Hocam, yüce dinimiz İslam şemsiyesi altında bizi bir arada bulundurup bu vesileyle birlik ve kardeş olma ruhunu yüreklerde hissettiren, depremlerde bizleri daha da kenetlendiren, depremzede vatandaşlarımızı umutturmayanAllah'a hamdolsun. Rabbim tekrar böyle güzel Ramazanlara ve bayramına çıkartsın bizleri. Hayırlara, Oruç Mektebine, zekat ayına, infak mevsimine kavuştursun.

  • Üveys Zemheri
    Üveys Zemheri
    24.04.2023 07:39

    Hmm, orucun aynı zamanda askeri bir eğitim yönünü de öğrenmiş olduk. Doğrudur, askere gitmeden önce gençlerimiz zaten açlık, susuzluk, dayanıklılık gibi testlerden geçmiş oldukları için kendi kıtakarında hiç zorlanmıyorlar. Bu da müslümanlığa has bir durum. Başka dinlerde ve ümmetlerde yok böyle eğitim. Rabbimize hamd olsun.

E-Gazete

  • 29.09.2023

E-Gazete Arşivi

Resmi İlanlar

Mobil Uygulamalarımız

IOS UygulamamızAndroid Uygulamamız