- 31.08.2023 09:36
TAM YİRMİ İKİ YIL ÖNCE!
Sevgili dostlar; Merhum üstad Necip Fazıl’ın vurguladığı gibi, kader bizi akrebin kıskacında yoğurmuş, ama bu millet hiç durmadan SON PEYGAMBER’i klavuz edinip Sakarya’ya bile “bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz” ifadeleriyle hedef göstererek Maverau’n-Nehir’den yola çıkan misyonunu dimdik ayakta tutmuş ve bugüne değin yoluna devam etmiştir.
Ağustos ayı, işte o misyonun tarih boyunca pratiğe en yoğun bir şekilde yansıtıldığı zaman dilimidir. Nitekim 25 Ağustos 2023’de sayın Cumhurbaşkanımız devletin beyni ile birlikte Malazgirt Zaferi’nin 952. Yıldönümü etkinliklerine katılmak için Ahlat’da idiler.
Şu sosyal bir gerçektir ki; Tarih, bir milletin hafızası olması yanında, aynı zamanda geleceğinin de PUSULASI’dır. Dolayısıyla Türk milletinin şanlı tarihini öğrenmek isteyen her bir şahsın Ahlat ve Malazgirt’i ziyaret ederek Maverau’n-Nehir misyonunun Anadolu’nun kapısını çaldığı ana bizzat şahit olması şarttır.
Ağustos ayı, yalnız bu aziz milletin “Kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner aşarım. Yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım.” haykırışıyla, savaş meydanlarında kendisine vurulmak istenen zincirleri kırdığı ay değil; aynı zamanda emperyalist dış güçlerin içimizdeki yerli işbirlikçileri vasıtasıyla bu aziz milletin iradesine bin-bir hile ve yanıltma ile ambargo koyup, milletin değerleri doğrultusunda “MİLLî İRADE”nin tecellisine engel olup, onun üzerinden silindir gibi geçen Jakoben-Faşist uygulamalara son veren, millî irade doğrultusundaki sosyal oluşum ve tüzel kişilikler de Ağustos ayında hükmî şahsiyet kazanmıştır.
Nitekim 28 Şubat’ın, Jakoben-Faşizan uygulamalarının millî iradenin üzerinden silindir gibi geçtiği ve 2001 krizinin etkilerinin toplum katmanlarının tamamında hissedildiği, işçi, esnaf, iş dünyası, Yüksek Öğrenim, Ortaöğrenim gençliği dahil, hiç kimsenin geleceğini göremediği bir zaman ve zemin ortamında “Kalkınma ve Adalet“ adıyla ve “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” ana belirlemesiyle bir siyasî oluşumun tüzel kişiliği ilan edildi.
Umutsuzluğun, belirsizliğin, yasakların adeta karabasan gibi bütün ülkeye çöktüğü o günlerde, adeta Türkiye’nin üzerine bir güneş gibi doğmuş ve O’nun umudunun adı olmuştu. O kadarki; milleti hor gören elitist, jakoben, faşizan anlayış yerine, hizmetkarlık yapmayı şeref bilen ve kökü mazide olan bir dünya görüşünü hakim kılmayı vaad ederek “Biz milletimize efendi olmaya değil, HİZMETKAR OLMAYA geldik” şeklinde hedeflerini belirlemişlerdi.
Bu oluşum, yalnız bir siyasi harekat ve oluşum değil; sözüne, ahdine ve kavline sadık bir dava harekatı olarak milletin özüne ve değerlerine daima sahip çıkmıştı bugüne kadar. Bu harekatın Lideri, bizatihi kendisinin karakter mayasını karan, şahsiyet ve mana hamurunu yoğuran, seciye kumaşını dokuyan, bütün bunlardan sonra da destek ve duasıyla en zor günlerinde dağ gibi arkasında duran bu aziz millete asla ihanet etmedi, asla hürmetsizlik göstermedi.
Ama; Türk Ruh Kökü’nün amansız düşmanları, dünyadaki bütün mazlumların yolunu gözlediği şahsiyeti, akrebin kıskacında yoğrulan, insanlığın yoluna hasret kaldığı o yüce ruh kökünü pratiğe yansıtacak olan o harekatın, dumura uğraması, tökezleyip diz çökmesi için, içeriden ve dışarıdan denemedikleri yol kalmadı.
367 Garabetinden 17-25 Aralık teşebbüsüne, Gezi olaylarından 15 Temmuz kanlı darbe kalkışmasına, her türlü terör saldırılarından ekonomik tuzaklara kadar, bir siyasi hareketin belki de asırlar boyu karşılaşmayacağı sayıda hainliği, kabalığı, hukuksuzluğu bu hareket ve onun lideri, 22 yılda yaşadı ve gördü. Ama her beklenmedik olumsuz hal karşısında Allah’a dayandı, sa’ye sarıldı, hikmete ram oldular. Zaten yol varsa budur ancak, yoktur başka yol…
Bütün zorluklara rağmen yılmadılar, en önemlisi de, bu milletin geleceğini belirleme yetkisini, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte, doğrudan doğruya bizzat milletin iradesine tevdi ettiler. Bununla birlikte karşılaştıkları sayısız engellere rağmen tarihî nitelikte sayısız reformlara imza attılar.
En çok dikkat çekeni de; yıllardır kendi öz yurdunda “parya muamelesi” gören, hakkızatında toplumun ana mayasını teşkil eden aslî kesimlerini, fiilen ülkenin birinci sınıf vatandaşı haline getirdiler. Demokrasimizin standardını yükselttiler.
CHP Pratiğinin, vaktiyle devlet ve millet arasına yerleştirdiği ve “sayısal olmasa da siyasal üstünlüğümüz var” varsayımıyla devletle millet arasına yerleştirmiş olduğu vesayet makamlarını geriletti, CHP’nin millet iradesini hiçe sayarak tesis ettiği o muhkem engelleri bir bir kaldırararak milletle devletini barıştırıp kaynaştırarak toplumsal sosyal barışın ibresini yukarılara çıkardı.
Karşı taraf, aynaya baktığında hep kendilerini gördükleri için bu harekatın liderine DİKTATÖR dediler. Halbuki bu harekatın lideri, onların dış bağlantıları ile birlikte vaki plan ve hesaplarını bozan, onların faşizan baskılarını nihayete erdirip diktatörlüklerine son veren bir HALK KAHRAMANI’dır.
Daha nice yıllara.
Kalın sağlıcakla sevgili dostlar.
Yorum Yap